'Ekosantrik' programı Seray Sever-Volkan Akı röportajım


Yolları TV 8’de kesişen Volkan Akı ve Seray Sever, Ekim ayı başında ekrana gelmeye başlayan programları ve diğer projelerini MediaCat’le paylaştılar.

Ekosantrik nasıl gidiyor? İzleyicilerden gelen geri dönüşler nasıl?
Seray Sever: Henüz çok yeniyiz. Bir buçuk ay oldu. O yüzden izleyiciden ziyade konuklardan gelen dönüşler var. Güler yüzlü bir ekonomi programıyız. Bilgilendirme yaparken insanları sıkmıyoruz. Gelen konuklar mutlu ayrılıyorlar. İzleyici mailleri de olumlu.
İkiniz de farklı geçmişlerden geliyorsunuz. Bu programa nasıl yansıyor?
Volkan Akı: Yirmi küsur yıldır ekonomi basınının içindeyim, iletişim üzerine de çalışıyorum. O yüzden aslında ekonominin formatının biraz değiştirilmesi gerektiğinden yola çıkarak bu projeye tamam dedim. Amacımız ekonomiyi ciddi kalıbından çıkarıp izlenebilir bir hale getirmek.
SS: Ben de 1995, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunuyum. Ama bugüne kadar hep televizyonculuk yaptım. Son iki yıldır da kendi kurduğum prodüksiyon şirketiyle, finans, ekonomi ve ticaretin içine daldım. Zaten bilgi sahibiydim. Üstüne bir de bu bilgilendirmeye dönünce daha da hoşuma gitti. Piyasayı daha yakından takip etmeye başladım. Volkan’ın da çok desteği oldu. Program başlamadan önce de bir ön çalışma yapıp, kendimizi güncelledik. Böyle bir program oluşturduk. Ekosantrik ekonominin merkezi dedik.
Volkan Bey’le sizin yolunuz nasıl kesişti?
SS: Bizi kanal buluşturdu. İlk başta TV8 bana geldiğinde çekindim aslında. Şimdi Seray bunu da mı deniyor diyecekler diye. Sonra pardon ama bunu en öncelikli deneyecek olanlardan biri sensin. Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birinden ekonomi bölümünü bitirmişsin neden yapmayacaksın dedim öyle karar verdim.
Siz Seray Sever’le böyle bir formatta yer alacağınızı duyunca ne düşündünüz?
VA: Ben ekonominin her alanında bulunduğum için, ekonomi haberciliğinden son yıllarda sıkılmıştım. İzlemekten ve takip etmekten. Daha farklı formatta bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyordum. Bu teklif bana geldiğinde Seray’ı tanımıyordum. Seray’la tanışana kadar aslında kesin kararımı vermemiştim. Tanıştık, güzel de bir elektriğimiz oluştu. O da önemliydi çünkü. Çok iyi bir şey yapalım dersiniz, ama iki kişi olunca elektrik tutmazsa ortak bir şey çıkmazsa ortaya iyi bir performans çıkmaz ortaya. Sonuçta televizyon ekonomi de yapsan bir show alanı, o yüzden o elektriğimizin tuttuğunu da hissettim ben azından. Ondan sonra evet dedim, birlikte yapmaya karar verdik. Seray’la bu projede yer almak hem enerji verici hem hoş oldu. İkimiz de pozitif insanlarız. Ama bir eğlence değil bu. Sadece ekonomi haberini izlenebilir kılmak amacıyla, olaylara biraz daha sıcak yaklaşıyoruz.
Programınızın formatı nasıl?
SS: Hafta içi her gün 12.30-13.00 arası, yarım saatlik çok keyifli bir program. Zaman su gibi akıp gidiyor. Çok tempolu gidiyoruz. Yarım saate sığdırılacak her şeyi sığdırıyoruz. Konuklarımız da sektörün önemli temsilcileri oluyor. Ekonomi sözlüğü bölümünde, sürekli kullanılan ekonomi terimlerinin ne anlama geldiğini öğretiyoruz. Yabancı dil konuşmuyoruz, ekonomiyi daha anlaşılır bir Türkçe’yle konuşuyoruz.
VA: Konuklarımıza rahat bir ortamda ekonomi haberlerini, sektörlerini, alanlarını anlattırmaya çalışıyoruz. Ayrıca, ekonomi sayfalarında yazan terimleri aslında çoğu kimse bilmiyor. Türkiye’de ekonomi, özellikle alanında uzman kişilere yazılıyormuş gibi yazılıyor. Aslında herkesin bir ekonomisi var. Biz bunu yaparken en dibe indirmiyoruz. Ekonomi terimlerini tabii ki kullanıyoruz ama yumuşatarak anlatıyoruz. Zaten ekonomi programlarının en büyük sorunu, izlenebilir olmaması. Onu aşmaya çalışıyoruz.
Halkı bilinçlendirmek gibi bir sosyal sorumluluk amacı güdüyor musunuz?
SS: Yok öyle bir amacımız yok. Klasik ekonomi programlarındaki bütün bilgilendirme bizim içimizde var. Bizim güleryüzlü olmamız ciddi olmadığımız anlamına gelmiyor. Hem bilgi veriyoruz hem de daha güler yüzle veriyoruz, anlaşılır dille veriyoruz. Zaten büyük iş adamları, sektörü takip edenler o dili çok iyi biliyorlar. Bilmeyenler de anlıyor, onlar da kendi takiplerini programdan yapıyorlar.
VA: Herkesi bilinçlendirelim diye bir amacımız yok. Eğitim programı yapmıyoruz. Bu bir ekonomi programı. Ama daha güler yüzlü, daha sempatik ve daha izlenebilir olmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Volkan Bey, günlük gazete mi dergi mi, her gün program yapmak mı daha zor?
VA: Hepsinin ayrı ayrı zorlukları var. Aylık dergi yaparsanız, gündemi sürekli işleyen mecralardan farklı bir şey yapmanız lazım, haftalıkta da farklı şeylere odaklanmak daha özel şeyler yapmak zorundasınız ama gündemi de aynı zamanda takip etmek zorundasınız. Günlük gazeteler ve televizyon birer yarış. Zamanla yarışıyorsunuz. Haberi ön plana çıkarma yarışı yapıyorsunuz. Orada da bir haber yarışı var. Fakat tabii yazılı basında zorluklar daha fazla, çünkü televizyon ve internet yazılı basını çok fazla ön plana çıkıyor. Zamana karşı yarışta onlar bir adım önde oluyor. Yazılı basın daha da zorlaşmış durumda. Televizyonda ise sürat ve zaman çok önemli. Bizim burada yaptığımız programda hep bahsettiğimiz halka bilgi verirken onu seyredilebilir kılmak aslında televizyonculuğun da en zor şeyi. Bir yandan haberi ve bilgiyi vermek ve aynı zamanda onu izletmek. Ben habercilik tarafından bakıyorum, sadece magazin ve sinema değil onlar ayrı konular.  Ama hepsinin keyifli yanları var. Tabii televizyonda ekrana çıkıyorsanız o anda yapıyorsunuz ve bitiyor. Aylıkta bir ay sürer, günlükte akşam 7’den 8’den sonra rahatlarsınız. Televizyonda eğer ekranda işiniz bittiyse daha rahat edebiliyorsunuz. Tabii bunun arkasındaki hazırlık da devam ediyor bir yandan.
Seray Hanım sizi bu zamana kadar dizilerde, program sunucusu olarak gördük, ekonomi eğitimi aldığınız biliniyordu ama bu yönünüz öne çıkmamıştı. Bunun için olgunlaşmayı mı beklediniz?
SS:  Yok hiç aklıma gelmemişti böyle bir programda olmak. Candaş Tolga Işık’ın aklına geldi Posta Gazetesi yazarı, aynı zamanda TV8 İcra Kurulu Üyesi ve programcılarından, onun aklına geldi. Ben ikna olana kadar da bayağı bir vakit geçti. Çünkü ben yaptığım işi seviyorum. Oyunculuğu, sunuculuğu seviyorum. Ama bu da çok heyecan verdi. Bu sene mesela en heyecan duyduğum iş ekonomi programım. Geçen sene prodüksiyon şirketimdi. Bu sene hem prodüksiyon şirketi hem ekonomi programı. Sanıyorum biraz daha iş kadınlığına dönmemle çok doğru orantılı oldu bu ekonomi programı.
Prodüksiyon şirketini geçen sene Temmuz ayında kurdunuz?
SS: Evet geçen Temmuz’da kurdum. İlk işimiz de TurkMax’te sitcom “I Love Lucy” adaptasyonu. Amerika’da ilk sit-com’u başlatan bir efsanedir. Burada “Sen Harikasın” isminde adapte ettik. Haluk Özenç yazarımız, Bülent İşbilen yönetmenimiz. Demet Akbağ, Ragıp Savaş, Güven Kıraç, Ruhsar Gültekin başrollerde. Digiturk’te TurkMax’te haftaiçi her gün yayındayız.
Peki dizi oyunculuğu ve sinemaya devam edecek misiniz?
SS: Evet, ama biraz daha belli projelerle. Ekonomi programına zarar verecek bir rolü kabul edip oynamayı düşünmüyorum.
Bundan sonra sizi daha farklı nerelerde göreceğiz?
SS: Artık beni prodüktör olarak görme ihtimaliniz çok yüksek. Çünkü yapmak istediğim çok güzel projeler var. Ben aslında program yapmak üzere yola çıkmıştım ama ilk işimiz sit-com oldu. Bundan sonra da yine ağırlıklı olarak komedi dizileri prodüksiyonu ve televizyon programları prodüksiyonuna devam edecek. Ekranda da yine talk-showcu kadın tarzımın devam edeceği projeler olacak gece kuşağında olabilir. Hatta bu anlamda çok keyifli bir projem de var. Ve bu ekonomi programından da şimdilik keyif alıyorum.
VA: Ben de bir yandan medyanın dışında iletişim danışmanlığı konusunda da bir şeyler yapıyorum. Diğer taraftan da ekonomi tarafını bırakmamaya çalışıyorum. İletişim danışmanlığı yapıyorum büyük şirketlere. İletişim stratejilerinin oluşturulması konusunda yardımcı oluyorum. Tecrübemi biraz da o tarafta kullanmaya çalışıyorum. Bir yandan da program sayesinde medyadan uzaklaşmamaya çalışıyorum. Bizim yaptığımız programlar da bir iletişim işi. Her iki boyutuyla da bu işlerde tecrübe sahibi olan ender gazetecilerden biriyim. Bu açıdan da televizyon bana yeni bir ufuk açtı. Halkla iletişim kurma açısından yeni bir pencere açtı. Ben de ikisini bir arada sürdürmeye devam edeceğim.
Seray’la bu projede yer almak da hem enerji verici hem hoş oluyor.
SS: Biz bu programı daha da ilerletip, geliştirmeyi düşünüyoruz. Belki süresini arttırarak daha da değişik bir ekonomi programına da imza atabiliriz ilerde.
Röportaj: Ece Saçar
(Röportaj MediaCat Dergisi'nin Aralık 2009 sayısında yer almıştır.)

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Cemal Süreya'dan AŞK


Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

CS.

(1954)

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

MAFM'de Birinci Şahıs Belgeselleri



Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi her programında bir hafta belgesellere yer vermeyi sürdürüyor. Bu sefer Türkiye’den ve dünyadan kişisel hikayeler içeren 6 belgesel 14-18 Aralık 2009 tarihleri arasında Birinci Şahıs Belgeselleri adı altında Mithat Alam Film Merkezi’nde izlenebiliyor.

DocIstanbul ile birlikte oluşturulan seçki 14 Aralık Pazartesi günü Terrence Davies’in 2008 yapımı filmi Of Time and The City ile başlıyor. Yönetmenin şehri Liverpool üzerine hikayelerin anlatıldığı film hatıralar, şiir ve hafıza üzerine düşündürüyor.

Yeni Dalga’nın babaannesi Agnès Varda’nın 2008 yapımı son derece kişisel filmi Agnès’in Plajları film yapmak için sadece hayal gücünü kullandığını söyleyen bir yönetmenin çocukluk anılarından başlayarak hayal gücünü besleyenleri tanıtıyor bizlere.  Agnès’in Plajları 15 Aralık Salı günü izleyiciyle buluşuyor.

Birinci Şahıs Belgeselleri’nde 16 Aralık Çarşamba günü iki film ve bir söyleşi var. Saat 16.00’da Alisa Lebow ve Cynthia Madansky’nin yönettikler Treyf izleyici ile buluşacak. Treyf iki lezbiyen Yahudi kadının Siyonizm, anti-semitizm ve homofobi içinde boğulan kadınlara  kalıpları sorgulamaları üzerine çağrıları.

Günün ikinci filmi ise saat 18.00’de gösterilecek olan Nahide’nin Türküsü. Berke Baş’ın anneannesi Nahide ve şehri Ordu’nun konuşulamayan tarihi üzerine hazırladığı filmi, Türkiye’de ancak 2000’li yılların ortalarında konuşulmaya başlanan Ermeni meselesine kişisel bir kapı açıyor. Berke Baş gösterimden sonra filmi üzerine konuşmak için MAFM'de olacak..

Seçkinin beşinci filmi Arnaud Desplechin’in 2007 yapımı filmi L’Aimée. Kalabalık bir ailenin bir hastalık vesilesiyle bir araya gelmesini anlatan filmde yönetmen, müthiş bir dürüstlükle izleyiciyi kendi evine davet ediyor ve akrabalarıyla tanıştırıyor. Film, 17 Aralık Perşembe günü saat 18.00’de Mithat Alam Film Merkezi’nde.

1977 yapımı Chantal Akerman filmi News From Home, seçkinin 18 Aralık Cuma günü gösterilecek olan son filmi. Akerman, filminde mektuplarla kurulan dramatik ilişkiye kamerasını çeviriyor. Annesinin Akerman’a yazdığı mektupların okunmasından oluşan film, evden uzakta olmanın, dış seslerin ağırlığını anlatıyor.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

2010 Güney Afrika Kupası Resmi Topu: adidas Jabulani




adidas ve FIFA, Dünya Kupası Güney Afrika 2010 Resmi Maç Topu adidas “JABULANI”yi futbolseverlerin beğenisine sunuyor. Zulu dilinde kutlama anlamına gelen “JABULANI”, Güney Afrika’dan esinlenen bir tasarıma ve yepyeni bir teknolojiye sahip.Yeni maç topu 5 Aralık’tan itibaren tüm adidas mağazalarında satışa sunuldu. 


”JABULANI” ismi, Güney Afrika’da konuşulan 11 resmi dilden biri olan ve Zulu kabilesinin kullandığı Bantu dilinden geliyor. Afrikalıların %25’inin konuştuğu bu dilde “JABULANI”, kutlama anlamına geliyor. Futbol tüm dünyanın paylaştığı ortak bir tutkuyken, yeni maç topunun ismi de Güney Afrika’da gelecek yaz futbol tutkusuyla yaşanacak eğlence ve heyecan dolu günleri temsil ediyor.
     
11 farklı rengin kullanıldığı adidas “JABULANI”, adidas’ın 11. Dünya Kupası topu olup, tasarımda kullanılan 11 farklı renk ise her takımdaki 11 oyuncuyu, Güney Afrika’da konuşulan 11 farklı dili ve Güney Afrika’yı Afrika kıtasının etnik çeşitliliği en yüksek ülkelerinden biri haline getiren 11 kabileyi temsil ediyor. 4 üçgenden oluşan eşsiz renkli tasarımda Güney Afrika’daki bu etnik çeşitlilik ve Afrikalılık ruhuna vurgu yapılıyor.

Gerçekten çok güzel bir futbol topu. Ben de çok beğendim. Sadece Kaka'nın fotoğrafına yer verebildim ama dünyaca ünlü birçok futbolcu tarafında denenip çok beğenilmiş. Yalnız topun fiyatı biraz pahalı. adidas yetkili satıcılarında 235 TL. 





  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Ömer Hayyam'dan Sevdiğim Birkaç Rubai



Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.

 ---------

Bulut geçti, göz yaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde.
--------

Hem aklın mutluluk peşinde senin,
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;
Aldığın her nefesin kadrini bil
Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

McCann Erickson İstanbul'da değişim


Geçen sene staj yaptığım ve çok sevdiğim bir ajans olan McCann Erickson'da değişim rüzgarları esiyormuş. MediaCatonline'daki habere göre durum şöyle:

"Adından PARS’ı çıkaran, Türkiye’nin en büyük ajanslarından biri McCann Erickson İstanbul, 2010 yılına yeni bir yapılanma ile giriyor.

McCann Erickson İstanbul, değişen reklamcılık anlayışına hizmet verebilmek ve özellikle genç nüfusun yoğun olduğu gelişmekte olan ülkelerdeki global beklentileri karşılayabilmek amacıyla 2 sene önce bünyesinde digitalmccann’i kurdu. digitalmccann kısa sürede, ajansın cirosu içindeki payını %20’lere çıkardı.

Dijital reklamcılığı endüstrinin gitmekte olduğu yön olarak görüp “off-line/on-line” ayırımı yapmayan bir ajansa dönüşerek yeniliklerine başlayan McCann Erickson İstanbul, bu anlamda digitalmccann’i artık hizmet verilen, verilecek tüm markalara yaklaşımın ifadesi olarak kullanmayı öngörüyor.

Kreatif departmanda da bu stratejiyi göz önüne alarak yapısal bir değişikliğe giden McCann Erickson İstanbul’da, bundan böyle Tarkan Barlas, Tolga Hırsova, Oktar Akın ve Gökhan Yücel
“4 Kreatif Direktör’ler” olarak yeni yapının başmimarları olacaklar.

Kreatif Direktörler dışında, McCann Erickson İstanbul’un yönetiminde Tankut Karahan (Ajans Başkanı/CEO), Emir Işık (Başkan Yardımcısı/COO), Çağlar Çokçetin (Dijitalleşme ve Yeni İş Direktörü/CDO&CGO), Seda Tatar (Stratejik Planlama Direktörü/CSO) olarak bulunuyor."

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Nike'tan Kırmızı Bağcık Al, Hayat Kurtar!




LACE UP. SAVE LIVES

NIKE VE (RED), SPORUN GÜCÜNDEN FAYDALANARAK
AFRİKA’DAKİ HIV/AIDS SORUNUYLA MÜCADELE ETMEK İÇİN BİR ARAYA GELDİ

(RED) ile işbirliği çerçevesinde Nike, ürettiği kırmızı bağcıkları mağazalarında 6,5 TL fiyatla satışa sundu. Satıştan elde edilecek gelirin tamamı Afrika’daki HIV-AIDS ile mücadeleye harcanacak.

Türkiye’de sözcülüğünü milli oyuncu Hakan Balta’nın yaptığı ve Nihat Kahveci, Arda Turan, Cristian Borani, Önder Turacı, Rigobert Song, Ceyhun Gülselam ve Volkan Şen gibi 20’ye yakın futbolcunun da destek verdiği bu eşsiz işbirliği, Afrika’daki HIV/AIDS sorunu ile mücadeleye iki yönden katkı sağlıyor. Birinci olarak bölgede eğitim ve ilaç hizmeti sunan programlara destek sağlayacak fonlar yaratıyor; ikinci olarak ise Afrika’daki AIDS sorunu ile mücadelede tüm dünya gençlerini bir araya getirebilmek amacıyla sporun gücünden yararlanmayı hedefliyor.

Dünya çapında ise başarılı futbolcular Didier Drogba (Chelsea), Joe Cole (Chelsea), Andrei Arshavin (Arsenal), Marco Materazzi (Inter Milan), Denilson (Arsenal), Lucas Neill (Everton, Clint Dempsey (Fulham) ve Seol Ki-Hyeon (Fulham) ile U2’nun solisti Bono NIKE ve (RED) arasındaki bu işbirliğine destek veren isimler arasında bulunuyor.

(Nike)RED bağcıkları 5 Aralık itibariyle Türkiye’de Nike Mağazalarında ve belli başlı perakende mağazalarında 6,5 TL fiyatla satışa sunuldu. (Nike)RED bağcıkları ayrıca www.nike.com adresi üzerinden de satın alınabiliyor.

Türkiye’de bu projeye destek veren futbolcular AIDS’e dikkat çekmek için tüm maçlara kırmızı bağcıklı kramponlarıyla çıkıyor.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Adını Sen Koy, Abimm, Dönüşüm ve Zamanın Tozu

Bu hafta gösterime giren 2 yabancı film, iki de Türk filmi var. Türk filmlerinden biri Adını Sen Koy, diğeri Abimm. Yabancı filmler ise Dönüşüm ve Zamanın Tozu.

Gazeteci-yazar Tuna Kiremitçi'nin yazıp yönettiği Adını Sen Koy'un başrollerinde Melis Birkan, Ali İl, Cemal Toktaş ve Ahmet Mümtaz Taylan'ı görüyoruz. Filmin konusu şöyle: Can (Ali İl), delice sevdiği Aybige (Melis Birkan) ile bir hafta sonra evlenecektir. Ama hayatının kadınını çocukluk arkadaşı Ilgaz (Cemal Toktaş)'la tanıştırdığında, garip bir şey olur: Ilgaz'ın Aybige'ye karşı tutumu, şaşılacak kadar soğuktur. En güvendiği arkadaşının bu tavrı, Can'ın nişanlısından kuşku duymaya başlamasına, Aybige'nin de huzursuz olmasına yol açar. Ama Ilgaz'ın intihar saplantılı ağabeyi Harun (Ahmet Mümtaz Taylan) çıkagelince, olayların seyri birdenbire değişir. Beklenmedik sırların açığa çıkmasıyla nikâhtan önceki son hafta Aybige, Can ve Ilgaz için hayatlarının sınavına dönüşecektir. (Kişisel not: Açıkçası Tuna Kiremitçi'nin yönettiği ve başrolünde Melis Birkan'ın yer aldığı bu film benim ilgimi hiç çekmiyor. Melis Birkan'ın oyunculuğuna dayanamadığım için dönem dizilerini sevmeme rağmen "Bu Kalp Seni Unutur mu?" 'yu da izleyemiyorum. Ayrıca Tuna Kiremitçi'nin eserlerini de pek başarılı bulmuyorum. Yönetmenliğinin nasıl olacağını merak etmiyorum.)













Abimm, yönetmenliğini Şafak Bal'ın yaptığı bir film. Başrollerinde Mustafa Üstündağ ve Levent Üzümcü'yü görüyoruz. Ayrıca Haldun Boysan ve Selen Seyven'i de görüyoruz. Bol aksiyonlu, komedisi ve ağır da dramı olan bir aile filmi. İzleyicileri acıklı bir komedi bekliyor. Filmin fragmanında bazı sahnelerde bir "Babam ve Oğlum" havası sezdim. Muroseverlerin izleyeceği bir film. Ama ne yazık ki, çok güzel Türk filmlerinin gösterime girdiği bu günlerde bu film de izleyeceğim filmler arasında yer almıyor. 


Dönüşüm / Ne Te Retourne Pas filminin başrolünde çok güzel iki kadını görüyoruz. Sophie Marceau ve Monica Bellucci. Diğer rollerde ise Andrea Di Stefano ve Thierry Neuvic'i görüyoruz. Psikolojik-dram tarzında olan filmin konusu şöyle: Evli ve iki çocuklu bir yazar olan Jeanne'ın bedeni değişmeye başlamıştır ama etrafındaki hiç kimse bunun farkında değildir. Ailesi onun korkularını, yeni kitabını yazmakla ilgili stresine bağlasa da, Jeanne daha derinlerde başka bir şeyler olduğunu bilmektedir. Annesinin evinde bulduğu bir fotoğraf onu İtalya'da bir arayışa sürükler.

Gelelim bu hafta gösterime giren son filmimize: Zamanın Tozu. İlk olarak Film Ekimi'nde gösterilen film, şimdi de sinemalarda. Yunanistan, İtalya, Almanya, Rusya ortak yapımı olan film, büyük sinemacı Theo Angelopoulos'un uzun süredir beklenen son eseri, Ağlayan Çayır'la başlayan üçlemesinin ikinci filmi. Yunan asıllı Amerikalı yönetmen A, Roma'da hem kendisinin hem ailesinin öyküsünü anlatan bir film yapmaktadır. Öykü, İtalya, Almanya, Rusya, Kazakistan, Kanada ve ABD'de geçmektedir. Öykünün kahramanı Eleni, aşkın mutlak olduğunu iddia eder, mutlak aşka teslim olur. Film, aynı zamanda, Stalin'in ölümünden Watergate skandalına, Vietnam savaşından Berlin duvarının yıkılışına, son elli yılda 20. yüzyıla damgasını vurmuş olaylara ve sonsuz tarihe doğru bir yolculuktur. Filmin kahramanları, bir rüyadaymış gibi hareket ederler. Zamanın tozu, anıları karıştırır. A, onları arar ve şimdiki zamanda yaşar.
Bu hafta filmlerimiz bunlar. İyi seyirler hepinize.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Sadece 1 adet üretilen Ferrari 599 GTB, 1.2 milyon Euro'ya satılmış!


Sadece 1 Adet Üretilen Porselen Desenli Ferrari Çin’de Satıldı!


İtalyan lüks spor otomobil üreticisi Ferrari’nin 599 GTB Fiorano modeli temel alınarak sadece 1 adet üretilen “China Limited Edition” 1.2 milyon Euro’ya alıcı buldu.  Çin’in en başarılı ve etkili çağdaş sanatçılarından Lu Hao’nun porselen tasarımlarından etkilenerek özel bir dış cila çalışmasıyla farklı bir görünüm kazanan “Ferrari 599 GTB Fiorano China Limited Edition”, ismi açıklanmayan Şangaylı bir müşteriye satıldı. Bu satıştan elde edilen gelir ise Tsinghua Üniversitesi Otomotiv Mühendisliği’nin başarılı öğrencilerinin İtalya’daki Politecnico Milano Üniversite’sinde eğitim görmeleri ve Ferrari genel merkezinde staj görmelerinde kullanılacak.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

MediaCat Aralık sayısı Seda Sayan Röportajım



Celebrity Güven Endeksi yapılmaya başlandığından beri birinci çıkan, oynadığı Pepsi reklamlarıyla satış rekorları kırdıran, yaptığı her şeyle olay yaratan bir isim Seda Sayan.

Rabarba’nın hazırladığı ‘Pepsi Yaşatır Seni’ kampanyasının mobil ayağıyla MediaCat Felis Ödülleri’nde ‘En İyi Mobil Kampanya’ dalında alınan ödül sonrası Seda Sayan’la bu kampanya, programında yaşanan sahte konuk olayı ve yeni anlaşması Lay’s üzerine konuştuk.

Seda Sayan ekranda olduğu gibi, tüm içtenliğiyle sorularımıza yanıt verdi. Celebrity Güven Endeksi’nde birinci çıkmaya başladıktan sonra omuzlarına binen sorumluluğu, yer alacağı kampanyaları seçerken halkın gözünde yerini korumak için gösterdiği özeni anlattı.

MediaCat Felis Ödülleri törenine gelmeye nasıl karar verdiniz?
MediaCat’in davetiyesi gelince hiç düşünmeden menajerimi aradım. MediaCat ailesiyle birlikte olmak, o ailenin içinde olmak istedim. İyi ki de gelmişim. Bundan sonraki organizasyonlarınızda her zaman yanınızda olmak isterim.

İlk olarak Felis’te ödül alan Pepsi kampanyasıyla ilgili bir soru sormak istiyorum. Pepsi teklifi size nasıl ulaştı?
Pepsi reklâm teklifinin bana ulaşmasında sanıyorum ki Sinan Çetin’le Serdar Erener faktörü var. Pepsi, ajansımız Tümer&Tümer ve Alametifarika’yla çalıştı. Onlar beni buldular. Bana geldiler ve dediler ki: “Biz altı aylık bir kampanya düşünüyoruz ve bu kampanya yüzü olarak da sizi düşünüyoruz.” Bu, benim çok hoşuma gitti. Sonuçta Pepsi bir dünya markası. Bu reklamlarda oynayanlar; Beckham, Rihanna ve Jennifer Lopez. Türkiye’de de Seda Sayan dediler. Hiç düşünmeden kabul ettim. 6 ay beraber çalıştık. Herkes son derece mutluydu. Ben de ajansımdan, reklam şirketinden, Sinan Çetin’den, Serdar Erener’den ve Pepsi ailesinden son derece mutlu ayrıldım. Ama aslında ayrılmadık, Pepsi kampanyası bitti ama yeni kampanyayla birlikteliğimiz devam ediyor.

2010 yılında da Pepsi devam edecek mi?
Pepsi devam etmeyecek. Bu sefer Lay’s’le tüketicinin karşısında olacağım. Anlaşmamızı yaptık. Tabii Pepsi’nin onayını alarak yaptık. Çünkü Pepsi ailesini asla kırmak istemem. Çok iyi çalıştık. Ben öyle bir Pepsi ailesi gördüm ki karşımda, bütün kazançları söyleyen, başarıları paylaşan ki bunlar reklam yüzüne söylenmez genelde pek yansıtmazlar. Reklamverenlerin çoğu bizim ruhumuzu okşamayı bilmez. Ama Pepsi ailesi o kadar candan ve içten, benim gibiler ki, bütün başarıları beraber paylaştık. Yani başka bir şeydi o. 2010’da, Lay’s’le yine muhteşem geliyorum. Çok güzel olacak. Tüketiciye doğruyu ve güzeli sunmaya devam edeceğim.

Normalde Pepsi’nin ajansı Alice BBDO ama bu reklamda Alametifarika ve Sinan Çetin’le çalıştılar. Bunda sizin etkiniz oldu mu? Sinan Çetin’le çalışmayı siz istemişsiniz. Bu doğru mu?
Sinan Çetin her zaman benim tercihimdir. Çok önemli bir isim, çok sevdiğim, aynı dili konuştuğum bir arkadaşım. Aksine onlardan gelen bir teklifti. Reklam şirketiyle veya ajansla benim alakam yok. Ama bu sefer yeni kampanyada ben onları tercih ettim. Bu doğru. Pepsi kampanyası bana geldiğinde her şey hazırdı zaten, hepsi düşünülmüştü.

Bu sezon programınızın saati ve formatını yenilediniz. Buna nasıl karar verdiniz?
Bu kararı ben aldım. Öğleden sonra 2’ye geçtim. Fakat çok büyük bir hata yaptım. Sabah programlarında yaptığım şeyin içerisinden şarkıyı, türküyü ve orkestrayı çıkardım. Seyircim bunu çok yadırgadı, içi boş geldi. Bu hataya da çok eleştirilidiğim için düştüm. “Aman canım şurada şarkı türkü söyleyip, halay çekip, göbek atıp, burada da dert dinliyorlar” dediler. Çok eleştirilince, o zaman bir değişiklik yapayım dedim. Ben eleştirilirken reytingler tavandı. Fakat ben bu eleştirileri çok ciddiye aldım, seyirciyi hesap etmedim. Bir daha asla eleştiriyi ciddiye almayacağım. Seyirci önemli. Orada bana hata yaptırdılar. Benim seyircim beni göbek atarken görmek istiyor, ağlarken görmek istiyor, kahkahamı istiyor, ne giydim diye merak ediyor, “şimdi delirdi, kime bağıracak acaba” diye merak ediyor. Seyirci benim aklımı öyle güzel başıma getirdi ki, biz bunu istemiyoruz dediler, tepki verdiler, eski halini istiyoruz dediler. Biz de eski halimize döndük. Halk bunu istiyorsa ben de bunu yapmaya devam edeceğim.


Celebrity Güven Endeksi ilk yapılmaya başlandığında kimseye güvenmeyenlerin oranı yüzde 30’lardaydı, fakat şimdi halkın yüzde 67’si kimseye güvenmiyor. Geriye kalan oranın da büyük çoğunluğu size güveniyor. Peki sizce bu düşüşün sebebi ne? Halk neden kimseye güvenmemeye başladı?
Halk bence karşısında muhatap gördüğü kişinin doğru dürüst işler yapmasını istiyor. En ufak şeyde kırılabiliyor, en ufak bir şey de kaybedebiliyorsunuz halkı. Halk bence kendisine bir model seçiyor ve o modelin hiç hata yapmamasını bekliyor. En küçük hatada da onu silip yoluna devam edebiliyor. Ben Celebrity Güven Endeksi’nde birinci olmaya başladıktan sonra herkese “bu beni korkutuyor, bu çok önemli bir misyon” demeye başladım. Artık daha dikkatliyim. Yanında durduğum her markaya dikkat ediyorum. Bu çok önemli bir sorumluluk. Benim gibi düşünmeyenler sapır sapır dökülüyorlar. Halk sana güveniyorum derken, aslında biraz da parmak da gösteriyor. O zaman dikkat edeceksin. Ve ben çok dikkat ediyorum her şeyime. En iftiraya uğrayacak kadar kıskanılıyorum. Programıma çamur atmaya kalktılar ama halk bana inanıyor. İstedikleri kadar iftira atsınlar. Onlar benim duruşumdan, bakışımdan, bir şeyi anlatırkenki surat ifademden, vücut dilimden- yemin ediyorum ki halk deyip geçmeyin- o kadar iyi anlıyorlar ki, benim onları asla kandırmayacağımı, onlara asla yalan söylemeyeceğimi çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla bana bu çamuru atanlar, bana iftira atanlar avuçlarını yaladılar.

Tam olarak nasıl gelişti bu sahte konuk olayı?
18 yıldır televizyon programı yapıyorum. 18 yılda bir kere bu sezon, bilgim haricinde bir olay gelişti. Ayrıca, bütün reality şovların içinde tek cast kullanmayan 18 yıldır benim. Bu lekeyi atan kanalın yan kuruluşu gazete, ki televizyon kanalında akşama kadar cast var. İnanamadım. Allah’a havale ettim. Herkes her şeyi o kadar iyi biliyor ki… Akşama kadar programlarında cast kullananlar benim için seyirciyi kandırıyor dediler. Seyircim benim onları kandırmadığımı çok iyi biliyor. Bunu duyunca üzerime düşeni yaptım, ekibin işine son verdim. Ama çok da kötü bir şey yoktu, kimseye zarar veren bir şey değildi. Ama medya… Maalesef hepsi bir değil. Çok dürüstler de var, maalesef kalemini böyle bilinçsizce, ahlaksızca kullananlar da var.

Peki sizce bu olaydan sonra size güvenenlerin oranlarında bir düşüş olur mı?
Asla olmayacak. Ben MediaCat dergisini elime aldım, yayında da söyledim. Bu güvenilirlik “hangi ünlünün önerisi, tavsiyesi sizin için mühim” araştırması. Ben bir uyuşturucu kullananı çıkarıp “bu güzel bir şey yapıyor bunu yapın demedim ki” halkın bana güveni sarsılsın. Benim oylarım yukarı çıkar aşağı inmez.

Siz kime güveniyorsunuz ünlülerden, kimin tavsiyesine inanırsınız?
Hiç kimseye güvenmiyorum. Sadece ünlülerden değil ben kimseye güvenmiyorum. Ben de yüzde 67’nin içindeyim.

Bir isim vermek gerekirse peki? Mesela sizin alt sıralarınızda Uğur Dündar var…
Uğur ağabey bu memlekete yaptığı işlerle damgasını vurmuş çok önemli bir kişilik. Uğur Dündar’la ilgili ben bir yorum yapamam. Hakikaten çok sevdiğim, saygı duyduğum büyüğüm benim o. Ben, mesela program hazırlarken Uğur Dündar’ın hazırladığı programlardan çok esinleniyorum. Yani o yaptıysa benim için doğrudur düşüncesi var. Doğru yerden yakaladın evet. Uğur ağabeyi seviyorum ve onun programından çok alıntılar yapıyorum. Ama kimseye güvenmiyorum.

Sanatçılar krize çok açık insanlar, en ufak bir şeyde kıyamet kopuyor. Sahte konuk olayı gibi krizlerle nasıl başa çıkıyorsunuz? Danışmanlığınızı yapan birileri var mı?
Krizi nasıl yönetiyorum: Allah’a sığınarak, dua ederek ve çok tez zamanda göster görsünler diyorum. Sakın benim kimse bedduamı almasın, çünkü hiç kimse için kötü düşünen bir insan değilim. Hiç kimsenin işini kıskanmam, güzelliğini kıskanmam, güzele hayranımdır, herkes başarılı olsun isterim. Çok insan desteklerim. Ama bana yapanlara Allah gösteriyor. Çünkü ben çok insan besliyorum, bakıyorum. Koca bir sülale bakıyorum, koca bir ekip çalışıyor yanımda, bir sürü insanın derdine derman olmaya çalışıyorum, okullar yaptırıyorum, vergi rekortmeni oluyorum, alıp cebime indirmiyorum. Nerede bana bu çamur atanların patronları? Ne ödemiş, ne yapmışlar? Ben vergi rekortmeniyim, okullar yaptırıyorum, çocuk okutuyorum, hastaların şifa bulması için hastanelerin kapısına gidip yalvarıyorum. Ama onlar oturuyorlar, Seda Sayan halkı kandırıyor diyorlar. Seda Sayan halkı kandırmaz. Celebrity Güven Endeksinde birinci ilan edilmem ve Pepsi kampanyasıyla iyice kıskanıldığım için bu iftiralarla karşılaştım. Açık yüreklilikle de söylüyorum, yeni kampanyayla %62-65’ler bekliyorum.


Seda Sayan Marketing nasıl gidiyor?
Bunu başlattım ama sonra birlikte yola çıktığımız arkadaşlara bıraktım. Şimdi onlar götürüyorlar bu işi. Çok zaman isteyen bir şey marketing, ama çok insana da o işsizlikte istihdam sağlandı. Çok insan bayilik açtı. Bayilik açan hiç kimseden şu kadar para var denmeden, karşılığında ürün aldılar, franchaising’ler aldılar. Çalışmaya başladılar. İnternet üzerinden satışlar yapmaya başlandı. Ben artık yokum ama onları destekliyorum. Devam ediyorlar. Sonuçta benim adım orada olduğu müddetçe yanlarında olacağım. Dediğim gibi çok zaman isteyen bir olay. Yani biraz da pişman oldum. Beni çok aşıyor. Çok yorucu. Zaten sabah 9’da buraya giriyorum, öğleden sonra program ve sonra toplantı yapıyoruz. Haftanın 5 günü program yaptığımız için çok yorucu oluyor, ertesi gün için sürekli toplantı yapmamız gerekiyor. Bunun yanı sıra konserlerim var, kendi işlerim var, reklam çekimlerim var, onların lansmanları var. Bunların arasında Seda Sayan Marketing bir hataydı. Ama girdim. O kadar insanın iş yapıyor olması beni mutlu etti, insanlar Seda Sayan diye geldiler. Eski ortaklarım da gayet namuslu, dürüst insanlar. Onlar devam ettirecekler ben ancak dışardan destek verebilirim.

Röportaj: Ece Saçar


(Röportaj MediaCat dergisinin Aralık 2009 sayısında yer almıştır.)

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Kadınlar Unutmaz! - Haluk Bilginer


Haluk Bilginer’den on numaralı saptama! Doğrudur, unutmaz.

Erkekler, şunu anlamaz: Kadında yarattığın kalp kırıklığını onarmanın bir yolu yok.
Onardığını, ilişkini toparladığını sandığın anlar olacak ama testi, vazo, cam ya da o her neyse kırılınca, onu bir daha eski haline sokamayacaksın.
Bir kere, parçaların hepsini bulamayacaksın.
Bulsan da bir kere şangırdamış bir cismi eski haline döndüremezsin, bunu kafanın bir kenarına yazacaksın.
şimdi böyle yazınca sanki erkeklere parmak sallıyormuşum gibi oldu ama hayır, sadece basit bir gerçekten bahsediyorum.
Peki neden toplanmıyor bu kırıklar?
Çünkü kadın beyni o parçaların tekrar yapışmasını engelleyen bir sıvı üretiyor cicim.
Sen hatanı kabul etsen, yerlerde sürünsen, pipini kessen ve kadına “Bundan sonraki ömrümüz barış ve refah içinde geçecek yavrum” desen ve onu ikna etsen, her şey yolunda gidiyormuş gibi görünse, senin ruhun duymaz ama salgılanır o sıvı.
İstediğin kadar yapıştırıcı sür, kadın beyninin ürettiği o sıvının molekülleri, yapıştırıcının tutmaması için can havliyle titreşecektir.
Sebebi belli: Kadın beyni, kendini korumak için çalışmaktadır.
Üstelik sen tutkallamaya çabalarken, testi, bir öncekinden daha kötü dağılacaktır.
Çünkü o hafıza fabrika gibi çalışır.
Sadece çalışsa iyi; o sıvının paranoya, şüphecilik gibi özellikleri de vardır.
ıyi ki de vardır!
Çünkü adam “hah, tamam, artık her şeyi yoluna soktum” dediği anda gözlerini yuvarlamaya başlar.
Bir kere yapan adam bir daha yapar.
Aslında ben diyorum ki, şu hayatta her şeyin sebebi kadın hafızası.
O yüzden sevgili erkekler, dikkatli davranınız.
Testinin toplanmayacağını artık biliyor olmalısınız.
Sizin sonra hatırlamayacağınız “küçük” hatalarınız kadınların beyin kıvrımlarının içinde özenle saklanmaktadır.
Bu bilgiyi alınız, kulağınıza küpe diye takınız.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Slavoj Žižek - Udi Aloni İstanbul Konferansı 3 - 4 Aralık'ta Boğaziçi Üniversitesi'nde






Ünlü düşünür Slavoj Zizek ve sinemacı-yazar Udi Aloni’nin katılacağı “Post-İdeolojik Dünyada İdeoloji” adlı etkinlik, Encore Yayınları ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından düzenleniyor.

Konferans ve film gösteriminden oluşan iki günlük etkinliğin teması ideoloji. 3 Aralık Perşembe günü Hollywood, 4 Aralık Cuma günüyse İsrail-Filistin sorunu ele alınıyor.

Zizek’in ilk gün yapacağı “Post-İdeolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood” adlı konuşmada, Hollywood’un nasıl bir ideolojik makina olduğu anlatılacak.  Zizek’e göre sinemada ideoloji sorusu belki eski moda ya da saçma ve günümüzle ilişkisiz bir şey gibi görülebilir. Ama gerçekte durum farklıdır. İdeolojiyi arayacağımız yer filmlerin ana konusu değil bu konuya çerçeve oluşturan marjinal anlatılardır.
 

Sempozyumun ikinci gününde Zizek ve Aloni teoloji, laiklik ve politika konularını İsrail-Filistin bağlamında ele alıyor. İsrailli sinemacı-yazar Udi Aloni’nin Yerel Melek (Local Angel 2002) ve Bağışlamak (Forgiveness 2007) filmlerinin gösterimleri ardından saat 17:00’de  Zizek ve Aloni filmleri ve Ortadoğu sorunu konusunda olası çözümleri alışılmıştan çok daha farklı bir bakışla tartışacaklar. 

Etkinliklere katılmak için zizekbogazici@gmail.com e-mail adresine mail göndermeniz gerekiyor.

Encore Yayınları bu konferans bağlamında  Zizek'in derlediği, Aloni'nin Bağışlamak DVD'sini de içeren "Bir Yahudi Ne İster?" adlı kitap-DVD setini  yayınlıyor.

Slavoj Zizek’in temel ilgi alanı Jacques Lacan’ın öğretilerine dayalı psikanalizi çalışmalarında özellikle Schelling ve Hegel’in düşünceleriyle yeniden uygulamak ve psikanalizle Marksizm arasında doğrudan bir bağ kurmaktır.

Udi Aloni üzerine:

Politika ve teoloji arasındaki ilişkiyi özellikle laikliğin teolojisini vurgulayarak film ve metinlerinde inceleyen Aloni kariyerine ressam olarak başlar, Tel Aviv’de Bugrashov galerisini kurar. 90‘larda yaşadığı New York’ta mimari yapılar üzerine büyük boyutlarda asılan reklam afişleriyle şehrin çehresini değiştiren sanatçı olarak anılır. 2002’de Yerel Melek ve 2006’da yaptığı İsrail-Filistin çatışmasının radikal ve özgün yorumlarına dayanan filmleriyle uluslararası bir tartışmanın odağı haline gelir Bağışlamak (Forgiveness) adlı filmi ilk kez Filistin Ramallah’ta gösterilir ve 2006’da Paris’teki İsrail Konsolosluğu, Paris İsrail Festivali bu filmle açıldığı takdirde festivale yapacağı finansal desteği geri çekmekle tehdit eder.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Twilight AŞ - part 2


TWILIGHT’I YENİ YETMELER İZLİYOR
Filmden önce kitabı ele alacak olursak, hedef aldığı kitleyi yani 13–19 yaş arası genç kızları çok güzel bir şekilde kavradığını görüyoruz. Bu hedef kitlenin takip ettiği forumlara göre kitap, şimdiye kadar yazılmış en iyi roman. Ve onlara göre film de harika bir film. Aslında, kitap sürükleyici olmasının yanında ne yazık ki edebi anlamda doyurucu değil. Ama okuyucularının ilgilendiği kısım da zaten edebi yönü değil, Edward ve Bella’nın aşkı.
Filmin ana hedef kitlesi de tabii ki kitapla aynı, yani 13- 19 yaş arası gençler. Başroldeki oyuncuların da bunda büyük etkisi var. Isabella Swan rolünü oynayan 19 yaşındaki ABD’li Kristen Steward, 1999 yılunda televizyon yapımları ile başladığı kariyerine, 2002’de Jodie Foster’ın kızını oynadığı Panik Odası filmiyle devam etti. Bu filmdeki başarısından sonra Cold Creek Manor adlı bir gerilim filminde oynadı. Kristen Stewart'ın gelecekte Hollywood'un en gözde aktrislerinden biri olacağı düşünülüyor.
Diğer başrol oyuncusu Robert Pattinson’a gelince, 13 Mayıs 1986 yılında Londra’da doğdu. Oyunculuk kariyerine 2004 yılında Vanity Fair ve Ring of the Nibelungs filmlerinde ufak rollerde oynayarak başladı. Daha sonra Harry Potter Ateş Kadehi’nde Üçbüyücü Turnuvası'nda Hogwarts'ı temsil edecek olan Cedric Diggory rolüyle yer aldı. 2008’de de kariyerinin dönüm noktası olan Twilight filmi ile gönüllere taht kurdu.


 
TWILIGHT PAZARI
Film bu kadar ses getirmişken, Twilight figürlü ürünlerinin üretilmemesi beklenemezdi. Filmin gösteriminden sonra, geniş bir ürün yelpazesini kapsayan bir pazar oluştu ve ürün portföyü her geçen gün genişlemeye başladı. ABD’de, üzerinde Twilight baskısı olan her ürün satış rekorları kırarken, bu pazar gün geçtikçe Türkiye’de de büyüyor.
Çünkü tüm dünyada olduğu gibi burada da gençler arasında Edwatd ve Bella moda. Gençler kendilerini bu karakterlerle özdeşleştiriyorlar ve özellikle filmde kullanılan aksesuarlara çok ilgi gösteriyorlar. Edward’ın ve Esme’nin bilekliği, Alice’in kolyesi teenager’lar arasında çok popüler. Aksesuarlardan başka, başta kostümler, kıyafetler, oyuncaklar, kozmetik ve kırtasiye de dâhil olmak üzere tüm dünyada birçok Twilight ürünü bulunuyor.
20 Kasım’da vizyona girecek olan yeni film ‘New Moon’ da bu pazarın büyümesine büyük bir katkıda bulunacak.





HAYAL KIRIKLIĞI YARATIR MI?
Yeri gelmişken şunu da belirtelim; New Moon ile birlikte pazarın büyüyeceği düşünülürken, bir de bunun aksi bir görüş var. İlk filmde genç kızlara pazarlanan ve ilginin bu kadar büyük olmasına neden olan Edward karakteri ikinci filmin yüzde 80’inde olmayacak. Edward hayranları buna nasıl tepki verecek belirsiz. Ayrıca New Moon’un serinin en başarısız kitabı olduğu söyleniyor. Hem Edward’ın bulunmaması hem de kitaptaki hikâyenin çok sağlam olmaması nedeniyle ikinci filmin aynı etkiyi yapmayacağını iddia edenler var.
Fakat ikinci film henüz gösterime girmeden tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Edward’tan sonra Jacob hayranları da büyük bir hızla artmaya devam ediyor. Forumlarda en çok konuşulan konulardan biri “Edward mı, Jacob mı?” İlk filmi bu kadar çekici yapan Edward olmuş olabilir ama ikinci film de bu etki Jacob’la sürdürülmüşe benziyor. Bu yüzden bu karşıt görüşün gerçekleşeceğini pek düşünmüyoruz.


  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Twilight AŞ - part 1


MediaCat Ekim sayısında yayınlanan haberim, Twilight Saga: New Moon'un gösterime girmesinin ardından yine revaçta :) 


İlk filmi olay yaratan Twilight (Alacakaranlık) serisinin ikinci filmi Yeni Ay 20 Kasım’da gösterime giriyor. Basında Twilight haberi çıkmayan neredeyse bir gün geçmezken, büyük bir pazara dönüşen seriyle ilgili çılgınlıklar da devam ediyor. 


Stephenie Meyer’ın 2005’te yazdığı ve çıktığı andan itibaren bestseller olan kitabından uyarlanan 122 dakikalık bir film olan ‘Twilight’ (Alacakaranlık), 2008’in en çok ses getiren filmlerinden biri oldu. Kristen Stewart ve Robert Pattinson’ın başrollerini paylaştığı film, beyaz perdede 70 milyon dolarlık gişe hâsılatı yaptı. 20 Kasım’da gösterime girecek olan ikinci film ‘Yeni Ay’ın da aynı etkiyi yaratması bekleniyor. Yani ‘Twilight’ fırtınası 2009’da da esmeye devam edecek.  



FENOMEN
Yurtdışında, özellikle Amerika’da aldığı olumlu tepkilerin ardından ‘Twilight’ Türkiye’de de sinemaseverler tarafından merakla beklenen filmlerden biri haline geldi. Öncelikle,  Stephenie Meyer tarafından yazılan kitap haftalarca en çok satanlar listesinde bir numarada kaldı. Kitabın hayranları filmi de sabırsızlıkla bekledi. Ve filmden sonra Twilight çılgınlığı artarak devam etti. Kitapların devamı geldi ve bu kitapların da filme çekilmesine karar verildi. Twilight internette en çok aranan dört filmden biri oldu. Birçok ülkede fan sayfaları, forumları açıldı. Kendilerine ‘Twilighter’ diyen büyük bir hayran kitlesine sahip olan film sayesinde filmin oyuncuları bir anda hayal bile etmedikleri bir şöhrete kavuştu.


İkinci filmin fragmanı ise yayınlandığı andan itibaren milyonlarca kez izlenerek, Harry Potter gibi uzun senelerdir, birçok hayranı olan filmlerin fragmanlarının izlenme sayısına ulaştı.  Çünkü film, izleyicinin istediği birçok şeyi barındırıyordu. Aşk, macera, gerilim… Twilight sadece bir vampir filmi değildi. Diğer vampir filmleri sadece kan, şiddet içerirken, Twilight izleyicilere diğer vampir filmlerinde bulunmayan farklı bir şey sundu: AŞK! Bütün bunlar çok fazla sayıda insanın ilgisini çekti. Tabii kadro da. Özellikle Edward rolündeki Robert Pattinson, genç kızların yeni sevgilisi haline geldi.



  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments