Pazartesi Sendromları

Pazartesi günleri herkes için kabus gibidir. Genelde sabahları rahatlıkla kalkan ben bile pazartesi sabahları saatimi erteleyip duruyorum. Bu sabah da 3-5 ertelemeden sonra uyanıp hazırlandıktan sonra, her sabahki gibi yol işkencemin başlayacağı metrobüsün yolunu tutuyorum.

Yalnız anlamadığım bir şey var. Metrobüsler neden pazartesi günleri daha bir kalabalık oluyor? Aynı şekilde trafik de öyle... Aynı durum bir de Cuma akşamları için geçerli. Sanki bu kadar çok insan sadece pazartesi sabahı işe gidip, cuma akşamı çıkıyor. Diğer günler bu insanlar nereye kayboluyor hala anlayabilmiş değilim. :)  Kısacası metrobüs yolcuğundan nefret ediyorum. Her sabah, her akşam daha da nefret ediyorum.

Neyse, ofise gittiğimde dağ gibi iş beni bekliyordu. Herkes Mart ayı sayısını okurken, biz çoktan Nisan sayısına başladık bile. Veee  üzerimde yapmam gereken tam 12 konu var! Her ay başı bu kadar konu nasıl yetişecek diye düşünüyorum ama "supergirl" olduğum için hepsi bitiyor :) Yapılacaklar listesi oluşturuyorum her sabah o çok işime yarıyor. En zevkli kısmı da yaptığım işlerin üzerine tick atmak. Kendime iş konusunda gün içinde hedefler koyup, o hedeflere ulaştığımda kendimi Mahjong'la ödüllendiriyorum.

Pazartesi günlerinin bir başka olayı da kız kardeşimle gittiğimiz pilates dersleri. Pilates eğitmeni bizi örnek öğrenciler olarak gösterdiği günden beri çok gaza geldiğimiz halde sürekli gidemiyoruz. Sporun son haftasındayız bir de artık. 3 aydır gittiğimiz sporun sonuna geldik. Pilates'e giderken tekrar yazılsak mı acaba diye soru işaretleri oluşmasına rağmen, Sedef'le yaptığımız konuşmalar sonucu pilatesi zirvede bırakmaya karar verdik :) Bilmiyorum ama karar değiştirebilirim. Bilmiyorum.

Pazartesi günlerinin Ezeltesi olarak değişmesine sebep olan Ezel, pilatesten koşarak gelip televizyonun karşısına oturmamızı sağlayan tek şey. Hatta pilates ve sonrası Ezel neredeyse üç aydır her pazartesi yaptığımız etkinlikler. Bu akşamki bölümde Ezel'in iyice karmaşıklaştığına şahit olduk. Git gide sarpa sarıyor. İyice kafam karıştı. Yalnız Hande denen kızın Dayı'nın kızı olduğunu senelerdir dizi izleyerek kazandığım dizi kültüründen dolayı, ilk sahnede anlamıştım.

Bu akşam diğer pazartesilerden farklı olarak "Hülya Avşar Soruyor" programını izledik Haber Türk'te. Gülben Ergen vardı. Gülben Ergen son zamanlarda en çok iletişim halinde olduğum insanlardan biri ve tanımadan önce bu kadar tatlı biri olduğunu bilmiyordum. Yaptığımız röportajdan sonra aramızdaki iletişim çok güzel bir şekilde gelişti. İnşallah bundan sonra "Çocuklar Gülsün Diye" de çok güzel şeyler yapacağız. Projeyi ve yapılacakları da bir başka yazıda anlatırım. Şimdi uyumalıyım, yoksa yarınki yazının başlığı da "Salı Sendromu" olacak ...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

0 yorum:

Yorum Gönder